Güneşten önce, bozkırın kurak tepeleri henüz ağarmamışken başladım güne. Apar topar çektim evin kapısını. Zihnimi durmaksızın dolduran fısıltıların eşliğinde yola koyuldum, doğan güneşin gözlerimi kamaştırmasına izin verdim. Araladığım camdan içeri dolan havayı uzun uzun soludum, soludukça bitkin bedenim canlandı. Canlandıkça soludum şafağın temiz havasını. Güneş, kendini hissettirdikçe iyiden iyiye ısınan direksiyonun elimi yakmasına dahi kızmadım bugün. Gözlerim kısık, ağzım aralık yol aldım saatlerce. Hani kendinden başka kimsenin anlamayacağını düşündüğün ama her faninin zaman zaman kapıldığı tarifsiz bir durgunluk kaplar ya insanın ruhunu... Öyle sersem, boştu bakışlarım. Alık alık izledim uzun süre otoban yollarını. Kendi kendime kavgalarım, bitmeyen kavgalarımla uğraşıp durdum. Ah beni tüketen hep kendi kavgalarım... Az evvel çektiğim temiz nefes bitti tükendi. Böyle zamanlarda ciğerime dolan nefes değil zehir oluverir. Boğazım tüm pişmanlıklarla tıkandı, zaman ve mekan silikleşti sonra. Düşlerimle hislerim girdi araya, zihnim karmaşıklaştı. O karmaşada kelimelere dönüştü yine düşüncelerim, satır satır çoğaldı beynimin içinde. Beynim bir tür hipnoza tutulmuş gibiydi. Çıktığım yolu, sessiz dağların arasından, kimsenin kapısını kilitlemediği o köylerden geçerken neden çekip gittiğimi sorgulamaya başladım şimdi de. Kaçtığım her şey, aklımın köşelerindeki her bir detay bir bir gözümün önünden geçerken benimle alay ettiler. Düşüncelerim bile meczup benim. Kalbimi yorana kadar onlarla baş başa kaldım. Yüzleştim onlarla ama kazanamadım da. Onca yol neyi bulmayı umduğumu bile bilmeden gittim ama üzülmedim. Çünkü asıl kerametin bir yere varmakta değil, yolda olmakta olduğunu anladım.
Ekin Çolak
Comments